28 Temmuz 2013 Pazar

serbest Pazartesilere ne dersiniz? - ilham verici bir motivasyon

herkese merhaba :) 

güne offf bugün günlerden pazartesi diye mi başladınız :)
klasik pazartesi sendromunu yaşayanlardan mısınız? :)

bugün pazartesi sendromuna neyin iyi geleceğinden bahsetmeyeceğim, çünkü iş hayatımda uzun bir süre bu duyguyu yaşamadım belki kişiliğimin pesimist olmamasından bilemiyorum?? o yüzden kimseye verilecek bir tavsiyem de yok açıkçası :) kendime ait mutluluk formüllerim var sadece... onları da zaman zaman yazılarımda paylaşıyorum yani pazartesi sendromuna özel değil :)

peki bu konuyu niye açtın o zaman diyeceksiniz :) pazartesi gününü çalışanlara özellikle de beyaz yakalılara daha  iyi hissettireceğini düşündüğüm bir düşüncem var :) muhtemelen içinizden birilerinin de aklına gelmiş olabilir :)
belki okuyan bir firma veya insan kaynakları yöneticisi 'hey bu fikir harika' der uygulamayı başlatır ve hepimizi mutlu eder kim bilir??

günümüzde pek az şirkette tüm hafta boyunca serbest kıyafet uygulaması yapılıyor. çoğunlukla tüm dünyada yaygın şekilde free (casual) friday - serbest cuma adı altında bir uygulama yürütülüyor, hazır haftasonuna yaklaşmışken çalışana biraz daha nefes aldırmak adına. 
serbest cuma 1990'ların sonu 2000'lerin başında amerika'da ortaya çıktığı kabul edilse de, aslında tropikal kökleri 1947 Hawaii'sine kadar uzanmaktadır. Honolulu'da işçilere yılın belirli bir bölümünde Aloha gömleklerini giymelerine izin verilmiştir :) 1960'lara gelindiğinde gömlek sadece cuma günleri giyilir olmuş ve günün adı 'aloha cuması' diye adlandırılmıştır. 1970'lerde uygulama amerika'ya yayılmış, TGIF - thanks God it's friday - 'türkçeye şükürler olsun bugün cuma' diye de çevirebileceğimiz bir ifade ile yerleşmiştir :) bu tanım aynı zamanda bir restorant zincirine de aittir. TGI Friday's zincirleri 1965 yılında ilk casual dining formülü ile yola çıkar, o günden bugüne firmanın ismi dünya çapında genel bir tanıma da dönüşür. 
cuma günü serbest kıyafet işyerlerinde 1990'larda iyice yaygınlaşmıştır ve motivasyonu arttırıcı etkisi olduğu tespit edilmiştir 

haftanın sonuna gelinmişken hem beyin hem beden üzerindeki tüm yorgunluğu atmaya hazırken kıyafetin serbest olması güzel ve rahatlatıcı tabi ki :) :)

ancak ben daha çok haftasonunun o güzel rehavetinden haftaiçine geçerken de bir free (casual) monday - serbest pazartesi olsa hiç olmazsa adaptasyon için bir gün kazansak diye bakıyorum olaya :) :)
şimdi hayal edin yaz aylarındayız ve bir gün önce üstünüzde ince bir t-shirt altınızda şort püfür püfür gezerken bir gün sonra özellikle de erkekler takım elbise ve kravat ikilisinin cenderesindesiniz :) 

oysa free (casual) monday - serbest pazartesi olsa canvas- keten pantalon ve yakalı t-shirt ile yumuşak bir geçiş yapsak? hayali bile güzel değil mi? bu arada illa cumayı da iptal etmemiz de gerekmez :D

müşteri ile doğrudan bağlantılı işler haricinde (ki bazılarında bile bir şekilde hafif bir rahatlık sağlanabilir) bu uygulamanın geneli fazlasıyla mutlu edeceğini düşünüyorum :) özellikle de beyaz yakalı dediğimiz iş dünyasını
şık ve özenli giyinmeyi çok severim, beni yakından tanıyanlar bilirler, ancak kıyafetin insan moralini bozacak bir paydada olması mantığıma uymuyor... 

bu hafta pazartesi gününe gülümseyerek başlayalım istedim :D hayali bile güzel bir konuyla :)

şimdi sırtınızı yaslayın ve gülümseyin, dünya değişime çoook açık bir yer :) 
bir gün bir şekilde kalıplardan sıyrıldığımız zamanları yaşayacağız :) özgür ve hafif...

o zamana kadar güzel bir hafta dileğiyle

gulnithefreethinker :)





19 Temmuz 2013 Cuma

vazgeçmişliğin


merhaba,
bugün size benden çıtır çerez denemeler :) 




vazgeçmişliğin
Vazgeçmişliğin fırtınadaki şimşek
Güneş açtığında yaprağın üstünde bıraktığın kor - 'geçmiş' olacak...

(2009, tüm hakları ben de saklıdır)



18 Temmuz 2013 Perşembe

Maskeler

güzel bir güne :)

her gün yüzünüzde maske ile mi dolaşırsınız? yoksa gerektiğinde mi kullanırsınız? güzellik maskeleri değil tabi konumuz :)

sosyal arenada taktığımız maskeler.... kendimize karşı veya başkalarına... kaç tane? hangi şekillerde? ne için?

çoğunlukla benliğimizi koruma amaçlı sosyal çevrelerimizde kullandığımız maskelerimiz fayda sağlar mı? sınırı nedir?

bugün bizi biz yapan özellikleri ne kadar deşifre ediyoruz? elbette herkesin koruması gereken bir benliği var.. olmalı da... sırsız yaşayan birisi olduğunu düşünmüyorum :) sırdan kastım banka soymak değil elbet :)

konuya bize en yakın çekirdekten başlayalım: yakınlarımız / ailemiz... fertler arasındaki kopuşlar genelde iki tarafın da birbirinin cümlelerini anlamakta zorlandığı zamanlarda ortaya çıkıyor.. karşımızdaki insanı dinlerken en çok zorlandığımız şey kendi düşüncelerimizden sıyrılmak. karşımızdakinin söylediklerine tam konsantre olamadığımız ve o sırada sadece kendi iç sesimizi ve korkularımızı dinlediğimiz için çoğunlukla (subjektifliğin sonucu) onu dar bir çerçeveden anlayabiliyoruz.

iletişimin birinci aşaması göz teması :) sevdiklerinizin gözlerinin içine dolu dolu ne kadar süreyle bakabiliyorsunuz? bu sabah annenizin, babanızın veya evladınızın gözlerine sağlıklarının ve morallerinin nasıl olduğunu anlamaya yetecek kadar baktınız mı? 
ya sevdiğiniz erkek / kadın? onun dün size anlattığı olayları hatırlıyor musunuz? güne onun gözlerinde başladınız mı? :)  
göz teması işte bu denli önemli, bir iki saniye için bile olsa karşınızdaki insanın yüreğini görmek için... gözler ruhun aynasıdır diye boşuna denmiyor :)

ikinci aşama sarılmak :) evden çıkarken kimlere sarıldınız ama öyle laf olsun diye değil :) gözlerinizi kapatıp onunla kurduğunuz o görünmez bağı tekrar hissettiniz mi? bana sabah telaşında ne sarılması demeyin :) diş fırçalamaya bile 2 ila 5 dakikanızı ayırıyorsunuz, diş fırçalamaktan daha az önemli diyebilir misiniz?

bir de olaya şu açıdan bakalım, size bahşedilen bu günün ertesi olacağının size garantisi mi verildi? pesimist bulmayın hemen :) aslında bu sizin için pozitif bir cümle
işinize gücünüzü planlayın dilerseniz 5 yıllık kalkınma planları ile yaşayın, sevdiklerinizle ise 'şu an' içinde :) 

hiç olmadı sesinizi mutlaka duyurun eğer mesafe varsa... kopuşlar genellikle bu üç denklem içerisinden bakmadığımızda gerçekleşiyor.. ve kopuş da evin içerisinde yüzümüzde maskeler ile dolaşmamıza bize söylenen cümleleri savunma mekanizması ile yanıtlamamıza neden oluyor... tartışmanın derecesi aşağılama sınırlarına ulaşmamış hala konuşulacak cümlelerimiz var ise, yaşamımızdaki insanlarla görünmez duvarlarla ayrılmamız gelecekte sadece bize derin kederler yaratıyor...

peki ya dış dünya :) orada daha da korunaklıyız değil mi? peki kendimiz dışında bir birey yaratacak kadar mı? özellikle iş dünyasında insanlar hırslarına ve egolarına yenilerek olmadıkları kişiliklere bürünüyorlar ve mutsuzluğun birinci anahtarına sahip oluyorlar. 
bu genellikle kısa vadede değil uzun vadede tatminsizlik ve insanın kendisine yabancılaşması bana göre.

patronlar ezici, çalışan ise kabullenici bir pozisyonda konumlanıyor. dinleme, anlama, mantıklı tartışma ortamlarının yerini çoğunlukla karşısındakine kendi düşüncelerini dikte etme veya bunları onaylamasa bile uygulama durumu alıyor..
işte böylesi dönemlerde maskeler yetmiyor :) iş yerindeki insanlar çizgi film karakteri kadar acımasız ve umarsız bir hal alıyor :) bir kişi elinde odun ile mağara adamı edasıyla kükrerken diğerleri başlarının üzerinde yıldırım yüklü bulutla dolaştıklarını hissediyorlar

peki bunların yerine hafif bir maskeye ne dersiniz? :) daha doğal daha genç :) 

düşüncelerimizi aktardığımız ve kabul edilmediğinde kişiselleştirmediğimiz? karşımızdaki sadece bizden bir alt kadroda çalıştığı için ezme lüksümüzün olmadığını idrak ettiğimiz? takım arkadaşlarımızla sinerji oluşturduğumuzda gücümüzü arttırdığımız? akılcılığın kurnazlıktan daha çok fayda sağladığını fark ettiğimiz? alanlar yaratamaz mıyız, daha az maskeli - daha biz  - daha iletişime açık?

elbette hayatta hiç birşey tek taraflı değil, karşımızdaki kişilerin de sizinle aynı frekansta olmaları en güzeli. Ancak başkaları üzerinde yaratacağımız değişiklikler kendi yaşamımızda yaratacağımız farklardan daha zor olduğuna göre denemeye değer değil mi?

sadece benim davranışlarım neyi değiştirir diye düşünmeyelim yeter :) çok mu naif geldi yazdıklarım :) o zaman dünyanın acımasızlığından ve insanların yüzlerindeki yalan maskelerden daraldığımızı kendimize tekrar etmeyelim :) 


sonuçta ben ne sosyoloğum ne de psikolog :) 
yazımda kafanıza yatanları alın geri kalan düşünceler kendisini diğer blog sayfalarında imha edecektir :) yaşam gönüllülük prensibi ile ilerler

ne demiştim :) güzel bir güne :)

gulnithesynergicperson :)





17 Temmuz 2013 Çarşamba

Comandante - Ernesto Che Guevara

Merhaba,

bugün günlüğümün misafiri Ernesto 'Che' Guevara.. diğer adıyla Comandante - 
:)  

Doğumu, 14 haziran 1928 ve eğer öldü kabul edilirse ölüm tarihi 9 ekim 1967... 39 yaşında...

inanılmaz genç bir yaş değil mi? bir düşünün dünya üzerindeki onca etkisine ve bunu sağladığı yaşın gençliğine... 

el Che, tıp eğitimini kısa bir süre yarıda kesip latin amerika'yı boydan boya dolaşıp, derin yoksullukları gözlemledi... o günden itibaren amacı eşit ve adil bir düzendi... 
comandante- kısaca Che Guevara veya el Che...

:) onunla ilgili binlerce yazı yayımlandı... amaçları-idealleri-yol arkadaşları ve yaşadıkları... bu nedenle amacım devrimci kişiliğini benden öncekiler gibi aktarmak değil.. 

daha çok insan Che Guevara'dan kısaca bahsetmek :) insana dokunmak

Che Guevara ispanyol ve irlanda kanı taşıyordu, annesi ispanyol ailesinden gelen gerçek bir arjantin soylusuydu...dedesi ünlü bir hukuk profesörüydü... babası yüksek mühendisti... yaşamı boyunca astım krizleri ile uğraştı ancak bir o kadar da iyi bir atlet oldu.. rugby oynadı ve agresif oyun tarzından dolayı fuser takma adıyla anıldı :) Şiire düşkündü, satranç oynadı turnuvalara katıldı, iyi bir kitap okuyucusuydu... fotoğrafçılıkla ilgilendi, arkeolojik alanları fotoğrafladı... İspanyolca, ingilizce ve fransızca biliyordu, cüzzam kolonilerinde çalıştı... aşkı Aleida March'dı... tanıştıklarında Aleida 21 Che 30 yaşındaydı...

annesinden almış olduğu hayalperest kişiliği yaşamını etkileyecek ve 'gerçekçi ol imkansızı iste' diyerek tarihe damgasını vuracaktı :)

dünya üzerinde tanındı ve en çok da aşağıdaki şarkı ile anıldı.. saygı gördü anlaşıldı/anlaşılmadı... belki bugün yaşasaydı bu derece efsane olmayacaktı... yukarıda benim yazdığım özelliklerine eksiklikleri / egoları da dahil olacaktı... 
her ne olursa olsun, dünya tarihindeki önemli figürlerden biri olarak tanındı ve 'devrim'in 'diren'cin sembolü oldu...

beni onu anmaya iten ise son gezi parkı olaylarıdır... insana dair ne varsa günlerce tanık olduğumuz herşeyin ortasına o da geldi oturdu... 
:) 
bugün yoldaşı Fidel gibi hayatta olsaydı, büyük ihtimalle twitter'dan destek mesajlarını okuyor olurduk... :) 
gezi parkı diren'cin sembolü oldu olmaya da devam ediyor, ve şarkı da söylediği gibi bizleri insana dair yeni hedeflere sürüklüyor...

revolution starts in the streets :)
Senin devrim aşkın
seni yeni hedeflere sürüklüyor
Sonsuza kadar komutan ;) 

http://www.youtube.com/watch?v=Mmm0yKlwSa0

Hasta Siempre Comandante Che Guevara - Sonsuza Kadar Komutan Che Guevara
Aprendimos a quererte
Desde la historica altura
Donde el sol de tu bravura
Le puso cerco a la muerte

Aqui se queda la clara
La entraniable transparencia
De tu querida presencia
Comandante Che Guevara

Vienes quemando la brisa
Con soles de primavera
Para plantar la bandera
Con la luz de tu sonrisa

Aqui se queda la clara
La entraniable transparencia
De tu querida presencia
Comandante Che Guevara

Tu mano gloriosa y fuerte
Sobre la historia dispara
Cuando todo Santa Clara
Se despierta para verte

Aqui se queda la clara
La entraniable transparencia
De tu querida presencia
Comandante Che Guevara

Tu amor revolucionario
Te conduce a nueva empresa
Donde espera la firmeza
De tu brazo libertario

Aqui se queda la clara
La entraniable transparencia
De tu querida presencia
Comandante Che Guevara

Sequiremos adelante
Como junto a ti seuimos
Y con Fidel te decimos
Hasta siempre comandante

Aqui se queda la clara
La entraniable transparencia
De tu querida presencia
Comandante Che Guevara

Senin cesaretinin güneşinin
ölüme set çektiği
tarihin doruklarından beri
seni sevmeyi öğrendik

İşte tam burada
senin sevgili duruşunun
duruluğu ve içtenliği
komutan che guevara

Gülüşündeki ışıkla
baharın güneşlerini yanına alarak
meltemleri yakarak geliyorsun
bayrağı yükseltmek için

İşte tam burada
senin sevgili duruşunun
duruluğu ve içtenliği
komutan che guevara

Senin devrim aşkın
seni yeni hedeflere sürüklüyor
orada senin özgürlük veren
güçlü kollarına gerek var

İşte tam burada
senin sevgili duruşunun
duruluğu ve içtenliği
komutan che guevara

İlerlemeye devam edeceğiz
hep birlikte seni takip ediyoruz
Fidel ile sana sesleniyoruz
SONSUZA KADAR KOMUTAN CHE GUEVARA!


6 Temmuz 2013 Cumartesi

Hiç havlu attınız mı? :) have you ever thrown up the towel? :)

Merhaba,

boks maçında sporcunun antrenörünün havluyu fırlatması suretiyle pes etmesi eylemine 'havlu atmak' denir... peki siz herhangi bir sebepten dolayı hiç havlu attınız mı? :)

çaba gösterilmesi gerekirken vazgeçmekten bahsetmiyorum, 
meseleler çıkmaza girdiğinde neye karar veriyoruz?

pes etmek güçsüzlük müdür? sınırlarımızı kabul etmek midir? yoksa güç toplamak için geri çekilmenin akılcı yolu mudur? 

bir çok kişi için güçsüzlüktür, zarar görmek pahasına geri adım atmamaktır. yenildiğini hissetmektir... 

bazıları için özleştiridir, sınırlarım bu kadar demektir, kendini üzmemektir... yoluna devam etmektir...

enteresan bir şekilde çok azımız ise bunu zamanında kabul eder, kendi faydalarına olduğunu fark eder.. geri çekilir... güç toplar... yolunu değiştirir :)

hangi koşulda olursak olalım, bence ilk etap korkularımızla yüzleşmektir, ve sanırım en zoru da budur. Kararlarımızı çoğunlukla korkularımız yönlendirir. 
ve korkularımızdan ne kadar özgürleşirsek o derece olumlu kararlar alabiliriz..

ne demiş büyüklerimiz, 'ucunda ölüm yok' :) 
baktınız işler sarpa sardı :) korkularınızı çıkmaz sokakta bırakın ve diğer alternatif yolları deneyin, biri mutlaka sizi mutlu edecektir. 


havlu attim
Ben havlu attim nakavt yerine,
Ya da pas dedim pokerde restini görmemek için,
Rok yaptim mat olmamak için,
Çivileme atladım balıklama yüzmeyi bilmediğim için,
Vazgeçmemek için yürekten
Es geçtim korkularını
(2002, tüm hakları tarafıma aittir) :)

Hello,

In boxing the action of giving in is to throw up the towel to the boxing ring by the sportsman's coach... well then, have you ever thrown up the towel for any reason? :)

don't mean to give up without out putting an effort when its needed,
when the things come to a deadlock, how our decision making mechanism works?

is giving in signifies incapability? or to admit our boundaries?  or else reasonable way of retreat to gain power?

for many, it is weakness, not give an inch at the risk of getting harm, feel that he/she has been defeated...

for few, it is an auto critique, to say it is my limits... let it go... proceed on it's way...

interestingly too few, admit it timely, recognize that it is his/her benefit, retreat, gather strength and change the path :)

for whatever condition or reason, first stage is to face our fears, suppose it is the sharp end... mainly our fears motive our decisions... if we free our fears we would give constructive decisions....

as the saying goes, 'no death at the end' :)
when you realize that the things go off the rails, give up your fears at the dead end and try the other alternative options, one of them certainly will make you happy :) 

#gulnithinksoutloud

 




5 Temmuz 2013 Cuma

Abassağa Güncesi (2)

Merhaba,

Abbasağa parkı, bir süredir devam eden forumlara ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Gezi parkı sürecinin sosyal yanısımasının parklarda düzenlenen bu forumlar olduğunu düşünüyorum.

parka girdiğinizde forum yerine ulaşana kadar park olağan halinde :) köpeklerini gezdiren çiftler, oyun parkındaki çocuklar, basketbol oynamaya gelmiş gençler her günkü akşamüstü rutinleri... biraz ileride standlar oluşturulmuş, doğa ve çocuklarla ilgili dergiler ve broşürler yerleştirilmiş....

forum alanına varınca yavaş yavaş yerlerini bulan kalabalık karşılıyor sizi... ve elinde gitarı ile ortada protest şarkılarını söyleyen genç bir adam... şarkıları son döneme damgasını vuran olayların yansıması... şarkıların nakaratlarını bir süre sonra orada bulunan topluluk da mırıldanmaya sonrasında da güçlü şekilde eşlik etmeye başlıyor :) alkışlama çevreye rahatsızlık vermemek için ellerin havaya kaldırılıp sallanması ile gerçekleşiyor, bir çeşit eller havaya usulü :D

Abbasağa ağaçları dün akşam neleri mi duydu? :) işte ufak bir bölümü...

bakkala giderken kafasına isabet eden biber gazı kapsülü ile hala yaşam savaşı veren '13 yaşındaki Berkin' :( ve ailesine destek için neler yapılabileceği,

Secim sisteminin güvenilmez ve zayıf halkası SEÇSİS sisteminin değiştirilmesinin gerekliliği ve parmağa mürekkep sürmek gibi eski usullere dönülmenin faydalı olup olmadığı, baraj sisteminin düşürülmesinin önemi,

duran adamdan sonra gülen adam formülü :),

Tahrir meydanındaki protestoların gücünün, can kaybı ve ciddi yaralanmalar olmasına rağmen İstanbul'da aynı düzeyde oluşmadığına yönelik özeleştiri,

Ordu'nun Fatsa ilçesinde Fikri Sönmez'in 1979 yılında belediye seçimlerini kazanmasından sonra Fatsa'yı özelliklerine göre 11 bölgeye ayırarak halk komiteleri oluşturması ve halkın doğrudan belediye yönetimine dahil olmasına ilişkin belgesel film çekildiğini ve Abbasağa parkında gösterime sunmak istediklerini ifade eden genç bir kızın konuyu oylamaya sunması ve yoğun çoğunlukla 09/07/2013 salı günü saat 21:00'de yayımlanmasına karar verilmesi, 

Danimarka Nasyonel Gençlik Komitesi'nden gelen genç bir kızın Türkiye'de olan olaylara ilişkin destek mesajını vermesi, buna ilave olarak buradaki direnişten çok etkilenip ders aldıklarını eklemesi ve son sözü 'her-yer-taksim-her-yer-direniş' diyerek bitirmesi :),

Almanya'dan gelen Hıdır adlı gencin topluluğun onayını üç defa alarak sevdiği genç kadına dizlerinin üstünde evlilik teklifinde bulunması :)

her bir başlık kendi içerisinde ayrı yazın konusu bence :) ancak hepsini sizlerin düşüncelerinde bırakıp bugün de ayrılıyorum günlüğümden. 



#direnözgürdüşünce :)









Abassağa Güncesi (1)

Günaydın,

dün Abbasağa parkındaki forumdaydım.. en az bir kez deneyimlenmesi gerektiğini düşünüyorum..
Gezi olayları ile başlayan süreç şu an parklarda yapılan forumlarla sürüyor.. 
anadolu yakasında Yoğurtçu ve avrupa yakasında ise Abbasağa İstanbul'da öne çıkan parklardan... diğer parklarda engellemelerin olduğunu ve biraz daha az bir kitlenin öne çıktığını da öğreniyorum...

parklar benim için özel alanlar, Ankara'da geçen çocukluk, gençlik ve ilk olgunluk dönemlerimin izlerinde Seymenler, Kuğulu ve Botanik parkının çok geniş bir yeri var...
yurtdışında yaşadığım dönemde en çok hayran kaldığım şey de parklardı... 2000 yılında İngiltere'de başlayan park hayranlığım, sonrasında Moskova ve Amsterdam ile doruğa ulaştı..


beynimde artık gelişmişlik ve kültürel olgunluğun en önemli simgesi parktı... 
bana şehrinin parklarını say sana gelişmişlik ve kültürel olgunluk düzeyini söyleyeyimdir kriter... :)
şehrin oksijen deposu etkinlik alanı :) ve demokrasi söylemi platformlarıdır ;)


çevre sakinleri tarafından Abbasağa parkı Beşiktaş'ın oksijen ve yaşam deposu olarak adlandırılıyor. Beşiktaş sakinlerinin sık sık ziyaret ettiği park adını bölgede bulunan Abbasağa camiisinden alıyor. 

parkı mahalle esnafı koruyup yeşillendirmektedir. otopark girişimleri mahalle esnafı ve sakinleri tarafından bertaraf edilmiştir :) Türkiye'de son 10 yılda ne kadar yeşil alan varsa ya AVM ya da otopark olarak değerlendirilmektedir niyeyse... 

parkalara, betona hayran yeşile hasret bir yaşamı benimsememek adına sahip çıkılmalıdır... en ufak yeşil parçasına ağaca fidana toprağa... 

bir sonraki yazımda Abbasağa parkındaki foruma ait izlenimlerinden bahsedeceğim....














4 Temmuz 2013 Perşembe

Gerçekte ne zaman veda ederiz? - In reality when do we say goodbye?

Gerçekte ne zaman veda ederiz? 

her ayrılış her kopuş hüzün verir, eğer yürekten bağlanmışsak... eğer keşkeleriniz varsa daha da hüzün kokar havası sokakların...

elimden geldiğince yüreğimde taşıdığım insanlarla keşkeler bırakmadım... seviyorsam söyledim, sarılmak istiyorsam sarıldım, aman sevgimi ve ilgimi az göstereyim yoksa yerden havalanır duygusuna hiç prim vermedim :) 

bu nedenledir ki mesafelere de hiç inanmadım, hani gözden ırak gönülden ırak derler... gönlümden söküp atmadım ki ırak olsun :) dedim bildiğime devam ettim :)

iyi ki öyle yaptım :) yapıyorum

bugün bir hazinen var mı diye sorsalar evet derim
onlarca yürek :) her gün her an yüreğimde taşıdığım.. 
hoşçakal yok lügatımda :)
bundandır mesafelerce uzağımdaki sevdiklerimi daha bir sahiplenirim... 

şimdi tekrar soralım gerçekte ne zaman veda ederiz? 
ya siz gerçekte ne zaman veda edersiniz? ;)

in reality when do we say goodbye?

every separation every disengagement makes sad, if we connected by heart. if you have regrets then the streets are more plaintive...   

as far as me in lain, I don't let any regrets with my beloved ones... if I want to say 'I love you' I did, if I want to hug them, I just did :) never give credence to the feeling that they would get spoiled.

I don't believe in distances, don't believe out of sight out of mind quote :) 
I don't root someone out from my heart so how would it be possible? :)  and go my own way

fortunately I did :) I do...

today if they ask do I have any treasure? I would say 'yes indeed'
tens of hearts :) everyday every minute that I carry on in my heart.
no goodbye in my glossary :) 
because of this reason I embrace even more the ones whom are a long way off....

now again let's ask in reality when do we say goodbye?
and how about you, when do you say goodbye? ;)

gulnithetimetraveler









 

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Zaman alır...

Günaydın,

Bugün İstanbul ışıl ışıl ve neşeli bir sabaha merhaba dedi, dünyada ve Türkiye'de tüm olan bitene inat :)

sanırım 14-15 yaşlarındaydım, kafamdaki düşünceleri atamamış olmalıyım ki yere bakarak yürürken bana seslenen tanıdık bir sesle irkildim, o ses düzenli olarak uğradığımız bir mağazanın sahibiydi. Yanına gittim...
Tüm babacan sesiyle: "Neden yere bakarak yürüyorsun diye sordu?"
yanıt vermedim sadece yüzüne baktım
o ise ben sanki gözlerimle ona yanıt vermişim gibi bana baktı ve
"yere bakma yere bakma her ne varsa gökyüzünde var, aydınlığa bak ki ışığı seni aydınlatsın dedi ve hem yerde bulsan bulsan en fazla 50 kuruş bulursun" diye ekledi... :)

o gün bugündür, ne zaman canım sıkılsa yüreğim daralsa sadece gökyüzüne bakarım :)
hiç kimsenin yaşamı kolay değil, en kolay gördüklerimizin bile... sonuçta herkesin ayakkabısı kendisine dar...

Bir gün yine daralırsanız dalın gökyüzünün enginliklerine yüreğinizi rahat bırakın, onu herşey daraltırken bir de siz eziyet etmeyin.. çözüm elinizdeyse ortaya koyun değilse de zamana bırakın derim...  



zaman alir

Zaman alır bazen anlamak,
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu
Aramamak gerekir bazen ne yanlışı ne doğruyu.
Bir bardak su icin bile
Ne bardaktir doğru ne de sudur yanlış olan.
Zaman alır bazen anlamak,
Suyun bardağa hapis bardağın da ancak
Kırılırsa özgür olduğunu.
Zaman alır bazen anlamak suyun zaman içinde
Yatağını bulduğunu,
Ve zaman alır bazen anlamak
su kadar özgür
bardak kadar kırılgan
ve bir bütün olduğunu…

2002 
('zaman alır'ın her hakkı tarafıma aittir, lütfen kayda geçsin) :)




Gogol

Merhaba,

Rus Edebiyatını ne kadar seversiniz bilemiyorum, sanırım benim vazgeçilmezim :) 

Bugün Gogol'den Neva Caddesi'ni soluklayacağız. Kitabın fragmanını okuyacağınızı da ifade edebiliriz :) ilginizi çekmesini umuyorum...

Nikolay Gogol, 1809'da Ukrayna'da, Poltava yakınlarındaki Soroçintsi'de doğdu. Orta halli toprak sahibi bir aileden gelen Gogol, 1830'lardan başlayarak Mirgorod Hikayeleri, Arabeskler gibi öykü kitaplarını yayınladı. Onu ününün doruğuna ulaştıran başyapıtı Ölü Canlar'dır. Yaşamının son yıllarında ağır bir bunalım geçiren Gogol, Dante'nin İlahi Komedya'sı tarzında sürdürmek istediği Ölü Canlar'ın ikinci bölümünü yaktıktan on gün sonra öldü.

Nikolay Gogol birçoklarının gözünde Rus Edebiyatı'nda gerçekçiliğin babasıdır.

Neva Caddesi

Neva Caddesi'nden daha güzel bir cadde yoktur yeryüzünde, en azından Petersburg için; çünkü kentin her şeyidir Neva Caddesi. Başkentimizin bu anayolu pırıl pırıl parlayan bir güzelliktir! Şunu çok iyi biliyorum ki, başkentin soluk yüzlü memurları burasını hiçbir mutluluğa değişmezler......
.................

Neva Caddesi'nin başka bir özelliği de, başlıca buluşma yeri olmasıdır. Başkentin Petersburg ya da Vıborg bölümlerinde yaşayanlar, diyelim ki Peski Mahallesi'nde ya da Moskova Kapısı'nda oturan bir arkadaşını birkaç yıl gidip görmese bile, Neva Caddesi'nde onunla bir gün muhakkak karşılaşacağını bilir. Hiçbir adres defteri, danışma bürosu böylesi sağlam bilgi sağlayamaz....
..................

Neva Caddesi'nde, iki kişinin karşılaşınca birbirlerine eğilerek selam vermeleri görülmeye değer. Aman ne soylu, o ne yürekten selamlaşmadır! Hele o gülümsemeler! Her türlü güzelliğin, sanatsal inceliğin üstündedir.....
..................

Böyle bir akşam, frakının üstüne redingot giymiş arkadaşıyla gezerken Teğmen Progov, "Dur!" diye bağırdı. "Gördün mü şu geçen bayanı?"
"Gördüm. Çok güzel bir kadın. Sanki bir Perucinova Bianka."
"Hangisini söylüyorsun sen?"
"Canım, siyah saçlı bir dilber geçti ya, o işte. Yürüyüşü, görünüşü, yüzü bir içim su!".......
...................

Onun tüm istediği, Neva Caddesi'ne gökten düştüğünü sandığı, az sonra geldiği gibi gitmesinden korktuğu güzel yaratığın nerede oturduğunu öğrenmekti.......

...................


Gogol'ün eserinde, yetenekli bir ressam, çok güzel bir kadına vurulur, ama kadının bir fahişe olduğunu öğrenince tüm hayalleri yıkılır... Sıradan görünen bir konu Gogol gibi büyük bir yazarın elinde umulmadık derinliklere ulaşır...

Rus Edebiyatı'nı daha önce hiç deneyimlemediyseniz sizi Neva Caddesi'nde dolaştıracak bu güzel öykünün sayfalarına dalmanızı tavsiye ederim :)

gulnithetimetraveler



#merhaba

Herkese merhaba,

İlk blog ilk heyecan :) milyarlarca günlüğün arasına ben de katıldım... 


Yaşam ve zaman yolculuğuma hoşgeldiniz :)


ve ilk günlüğün ilk yazısı 
dün okuduğum kitaptan bir alıntı ve yaşamın acı boyutu bir 20 yıl daha geçse unutulmayacak bir gün 02 Temmuz 1993


"Paraya, şana, onura bunca önem verirken, nasıl olur da usa, doğruya, hiç durmadan yükseltilmesi gereken cana, tine, bunca az önem verirsin, sıkılmaz mısın bundan, yüzün kızarmaz mı?Zenginlikle, parayla pulla elde edilmez erdem, ama zenginlik, genel olsun özel olsun her türlü iyilik ancak erdemden gelir..."SOKRATES

Erdemli bir toplum olmayi secelim..
‎#unutMADIMAKlımda